21 Mayıs 2009

Armudun İyisini Ayılar mı Yer???

Kaliforniya'da Long Beach şehrindeki Eyalet Üniversitesi'nde
öğretim üyesi olarak ders verirken, aynı sömestr de
benim iki dersimi alan bir kız öğrencim dikkatimi çekmeye başlamıştı. Bu genç bayanın şu özelliklerinin farkına varmıştım: Her şeyden önce
çok güzel bir kızdı; gözüm gayri ihtiyari ona gidiyordu.
İkinci olarak çok iyi bir öğrenciydi; bütün sınav ve ödevlerde en yüksek notu o alıyordu. Ayrıca, çok hanımefendi, çok nezih bir kişiliği vardı. Bölümün bir pikniğinde kız öğrencimin nişanlısıyla tanıştım ve itiraf edeyim, ilk aklımdan geçen,
'Armudun iyisini ayılar yer' düşüncesi oldu.
Yukarıda özelliklerini saydığım o güzel kızın bana tanıştırdığı erkek,
yirmi yedi-yirmi sekiz yaşlarında, saçı biraz dökülmüş,şişman denecek
kadar toplu, çirkin, kısa boylu biriydi. Bu kişiye
parası için yüz vermiş olabileceğini düşündüm. Daha sonra öğrendim ki,
bu genç adamın parasal gücü yok; başka bir üniversitenin psikolojik
danışmanlık bölümünde doktora öğrencisi olarak okula devam
ediyor ve ileride akademisyen olarak kariyer yapıp profesör
olmak istiyor.Acaba benim güzel öğrencim bu adamda ne bulmuştu?
Bir hafta sonra ders çıkışı koridorda öğrencimin
yanına yaklaştım ve Sally adıyla anacağım öğrencimle
aramızda şöyle bir konuşma geçti:'Sally, nişanlınla
nasıl tanıştığınızı merak ediyorum?
'Bir kilise faaliyetinde
aynı komitede çalıştık; o zaman tanıdım kendisini''Nesi seni etkiledi;
hangi özelliklerini sevdin?Sally, bir Amerikalı olarak
bu soruyu hiç beklemiyordu. Amerikan kültüründe,
bu tür sorular kişinin mahremiyetine tecavüz olarak kabul
edildiğinden pek sorulmaz. Amerikan kültürüne göre
ben o anda Sally'nin mahremiyetine 'burnumu sokuyordum.
' Şaşkınlığı geçince çok içten, gözlerinin içi gülerek,
'O şahane bir insan;o benim kahramanım! Ben ondan çok şeyler öğrendim' dedi.O anda ilk hissettiğim şey kıskançlık duygusu oldu.
Güzel bir kadının erkeğine, 'Sen benim kahramanımsın'
duygusu içinde bakmasının erkeğe verilmiş en büyük
hediye olduğunu hissettim ve anladım.Bu hediyeyi,
hayatım boyunca hiç almadığımı biliyordum ve o kişiyi kıskandım.
'Nasıl yani?' dedim.'Frank bir yetimhanede büyümüş.
Yetim olmanın ne demek olduğunu bildiği için, üniversite
öğrencisi olunca, yetimhaneden iki çocuğa ağabeylik
yapma kararı almış. Haftada on saatini onlara ayırıyor;
onlarlabuluşup oynuyor, kitap okuyor, onları müzeye
götürüyor.Onların iyi gelişmesi için elinden geleni yapıyor.
Biri ameliyat oldu,hastanede yatıyor ve Frank şimdi
akşamları hastanede kalıyor, geceleri ona bakıyor.' Yüzüme
tokat yemiş gibi oldum. Utandım. Kendime kızdım.
Ben güya en yüksek eğitim düzeyine gelmiş biriydim
ve karşımdakini hala dış görünüşe göre yargılıyor ve onu 'ayı'
olarak görüyordum. İçimdeki pislikten utandım.
Bir süre sonra Sally'nin içinde yetiştiği aile ortamını merak
etmeye başladım. Şöyle bir mantık yürüttüm:
o adama baktığım zaman ben neden, 'Armudun iyisini ayılar yer'
diye düşündüm? Çünkü ben, içinde yetiştiğim ortamda sık, sık
bu benzetmeyi duyarak büyümüştüm. İçinde yetiştiğim ortam
beni nasıl etkilemişse, Sally'nin içinde yetiştiği ortam da onu
öyle etkilemiş olmalıydı.Birkaç hafta sonra Sally'e, ailesinin
nerede oturduğunu sordum. LosAngeles'in üç yüz elli km
kuzeyindeki bir kasabada oturuyorlarmış.
Onun ailesiyle tanışmak istediğimi,
bunu mümkün olup olamayacağını sordum. 'Kendilerine bir sorayım,
eminim sizinle tanışmak isteyeceklerdir,' dedi ve iki gün sonra,
'Ailemle konuştum; sizinle tanışmaktan mutlu
olacaklarını söylediler,'dedi. Dört-beş hafta
sonra San Francisco'ya gidecektim, Sally'nin
ailesinin yaşadığı kasaba yolumun üstündeydi,
onlara uğrayabilir, onlarla tanıştıktan sonra yoluma
devam edebilirdim.Bu planımı Sally'e söylediğimde
Sally, 'O gün ben de aileme gidecektim;isterseniz
beraber gidebiliriz,' dedi. Ailesine haber verdi.
Onlar da sabah kahvaltısına gelmemizi söylemişler.
Long Beach'ten sabahın altısında yola çıktık ve dokuz
buçuk civarındaSally'nin ağabeyi Brian'ın evine vardık.
Sally'nin babası George orada buluşmamızı uygun görmüş.
Çok güleryüzlü bir aileydi.Brian'ın, en ufağı dört yaş
civarında dört çocuğu vardı.Ziyaret ettiğim bu güler
yüzlü sıcak ailede, iki olay gerçekten dikkatimi çekti.
Bunlardan ilki, Sally'nin babası George'untorunlarıyla
konuşurken onların göz hizalarına inmesiydi. Bunu o
kadar doğal yapıyordu ki, artık farkına varılmadan yapılan
birdavranış olduğu belliydi. Sally'ye, babasının torunlarıyla
hep böyle mi konuştuğunu sordum. 'Evet' yanıtını alınca,
kendisi çocukken de babasının, onunla göz hizasına inerek mi
konuştuğunu sordum.'Evet, biz böyle biliyoruz. Ağabeyim Brian da
çocuklarıyla böyle konuşur; ben de kendi çocuklarımla
böyle konuşacağım.Biz böyle biliyoruz', dedi. Tüylerim
diken diken oldu. Ben üniversite öğretim üyesiydim ve insan
psikolojisi benim uzmanlık alanımdı ama üç çocuğumdan
hiçbiriyle göz hizasına inerek konuştuğumu hatırlamıyordum.
Kendime kızdım; sonra kendime kızmaktan davazgeçtim,
beni yetiştirenlere kızdım. Sonra onlara kızmaktan da vazgeçtim ve
bütün nesilleri yetiştiren kültür ortamına kızdım. Daha sonra
kimseye kızmayacağımı anlayarak, oradaki öğrenme fırsatından
yararlanmaya karar verdim. Torunlarının önünde diz çökerek
konuşan dede George'a 'Beyefendi, çocukların göz hizasına
inerek konuşuyorsunuz!' dedim. Bana biraz şaşkınlıkla gülümseyerek,
'Tabii, onlar küçük insanlar!' yanıtını verdi.
Öylebir bakışı vardı ki, bu bakış sanki 'Bu kadar doğal bir şey ki,
herhalde bunu herkes yapıyordur; sen yapmıyor musun?' diyordu.
O bakışa karşı bütün yaptığım, mahcup bir gülümseme oldu.
Bu güler yüzlü sıcak ailede dikkatimi çeken ikinci olay,
Sally'nin ağabeyi Brian'ın davranışı oldu. Brian, Pasifik
ülkeleriyle ticaret yapan, oldukça varlıklı biriydi. Evlerinin büyüklüğünden,
yüzme havuzundan, çiftliklerinden, arabalarının türünden
ailenin zenginliği belli oluyordu. Kahvaltıdan sonra saat on bir
dolaylarında telefon çaldı ve Brian bir süre telefonla konuştu.
Ofisten arıyorlarmış, Koreli bir işadamı Los Anegeles'ta imiş,
kendisiyle görüşmek için helikopterle saat 14'te gelmek istiyormuş.
Başkabir randevusu olduğunu söyleyerek bu teklifi reddetmiş olan Brian,
bize durumu şöyle açıkladı: 'Dört çocuğum var ve her haftabiriyle
dört saat baş başa geçiririm. Bugün dört yaşındaki kızım Mary'le randevum var.
Çocuklar çok çabuk büyüyorlar, eğer dikkat etmezsen,
bir bakıyorsun, büyümüşler ve onlarla beraber zaman geçirme olanağı
kaybolmuş.Brian'ın yaşam vizyonunu sormadım,
ama davranışından nelere öncelik verdiği belli oluyordu.
Brian için çocukları şüphesiz en azişi kadar önemliydi.
Brian'ın yaşamında bununla ilgili bir pişmanlık duygusu,
bir 'keşke' olmayacak.Sally'e sordum:
'Baban seninle randevulaşır mıydı?''Evet', dedi, 'yalnız benimle değil,
her çocuğuyla sırasıyla baş başa zaman geçirirdi. Ve ilave etti,
'Biz böyle gördük, böylebiliyoruz. Benim çocuğumun da babası böyle yapacak!'. Gülümseyerek,'Nereden biliyorsun?' diye sordum.
'Biz Frank'le konuştuk' diye cevap verdi. Yine içim cız etti.
Daha doğmadan çocuğun gelişme ortamıyla ilgili bir bilinç oluşmuştu.
Kendi çocuklarıma içim yandı. Evlenmeden önceki bilincimi,
kafamın karmaşıklığını, evlendiğim kıza ettiğim eziyetleri ve ondan da acısı,
kendi yavrularıma çektirdiğim acıları düşündüm.
Biraz daha düşününce kendimin de acı çektiğini anladım ve
bu sefer kendi çocukluğuma içim yandı. Daha sonra babamın,
anamın çocukluğuna içim yandı.Ve son durak olarak ülkemin tüm
çocuklarına içim yandı. Yine kimseye kızamayacağımı anlayınca,
'bundan sonra ne yapabilirim le ilgili düşünmeye karar verdim.
İşte değerli okurum; yazdığım kitaplar, verdiğim seminerler,
hazırladığım televizyon programları, 'Neyapabilirim?'
sorusuna verdiğim yanıtların öğeleridir.Sally'nin içinde
yetiştiği ortamı görmüş ve anlamış biri olarak onun davranışlarına
şimdi daha iyi anlam verebiliyorum. Sally,içinde yetiştiği ailede,
var oluşun beş boyutunu da doya, doya yaşayabilmişti. Çocuğun hizasına
inerek onunla göz göze konuştuğunuz zaman çocuk, 'Sen varsın,
sen doğalsın, sen değerlisin, sen güçlüsün ve sen sevilmeye layıksın',
mesajı alır ve çocuğun CAN'ı beslenir.
Çocuğuyla randevusuna sadık kalan baba,
'Seninle zaman geçirmek istiyorum,seni özledim',
mesajını güçlü olarak verir. Çocuk bu mesajı zihinsel olarak değil,
sezgisel olarak alır ve aldığı bu sezgisel mesajlar sayesinde çocuğun hamuru,
'Ben sevilmeye layık biriyim!' diye yoğrulur.Bir ana babanın çocuklarına
verebileceği en büyük miras, var oluşun beş boyutunda beslenmiş ve buna inanmış güçlü bir CAN'dır.